Seyahat

İzlanda’ya Davet

Evet, yazıyı okumadan önce hemen Roachim Pastor- Reykjavik şarkısını açıyoruz. Böylece kendimizi bu eşsiz ülkenin verdiği hazza daha rahat kaptıyoruz. İzlanda…Buz ve ateşin birlikte harmanlandığı, doğa ve mimarinin en uyumlu olduğu ülke. Herkes mutlaka İzlanda’yı görmek istediğini söyler ama bu herkese nasip olur mu bilemem. Bana nasip olması, soğuk bir Amsterdam gecesi arkadaşımla kahvemizi içerken aklımıza düşen deli bir fikir sayesinde oldu. Deniz, bana “Beyza neden kuzey ışıklarını görmeden ülkeye dönelim? ” sorusuna benim ‘’Sahi neden görmeyelim…’’ cevabımla  biletleri  alıp yolculuğa hazırlanmamız on beş gün sürdü. O zamanlar Polonya’da öğrenciyken her şey bana ulaşılabilir gelirdi ve ben de her şeyi ulaşılabilir kılmıştım. Soğuk bir 25 Ocak günü  Katowice Havalimanı’na ulaştık. Nereye gideceğimden hala emin değildim. İzlanda benim için bir gezegendi ve ben oraya gidiyordum. Parasızdık ve birazcık çaresiz… Her şey bizi misafir edecek couchsurfing hostumuza bağlıydı. Kendisi iki karton sigara ve 3 litre votkayla bizi misafir etme sözü verince bizde son paralarımızı buna harcamıştık. İzlanda’ya bir sırt çantam ve votka şişeleriyle gitmek takdir edersiniz ki akıl dışı bir olaydı. Altı saatlik upuzun bir uçak yolculuğundan sonra İzlanda’daydık. Aç ve uykusuz soğuk İzlanda gecelerine akmamız geç olsa da pir oldu. Ev sahibimiz elimizin doluluğundan bize harika bir İzlanda gezisi yapacağına söz verdi ve aynı anda Kuzey Amerika ve Avrupa’nın ayrıldığı noktaya gittik. Benim ise  gözüm Kuzey Işıkları’ndaydı.

Soğuk hava ve merak duygusunun verdiği adrenalinle sıcak termal sulara doğru yola çıktık. Her yerden sülfür kokuları ve su buharı yükseliyordu. Altı  kişi gecenin bir karanlığında termal sulara girerek soğuk havaya meydan okuduk ve evimize dağıldık. Geceyi hiç tanımadığım bir kadının arabasında hayatımdan ve gelecek planlarımdan bahsederek geçirdim. Kendisi tatlı bir İspanyol’du. (Umarım hayatındaki her şeyi gerçekleştirmiştir.)  Ertesi gün arabanın direksiyonu bana edildi ve yola koyulduk. Benim gibi araba sevdalısına İzlanda’da araba kullanmak fikri tek kelimeyle harikaydı. David Guetta ve Sia’nın “The Wolf” adlı klibinin çekildiği yere gittik ve günü İzlanda kahvesiyle kapattık. Döndüğümüzde evdeki yeni misafirler bize Kuzey Işıklarını seyretmeye davet ettiler. Biz de soğuğa kafa atarak kameralarımızı kapıp arabalara koştuk. İzlanda’nın güneyinde bir yerlerde beklemeye koyulduk. Mucizeyi beklemek bu olsa gerekti. Deniz haricinde hiç tanımadığım insanlarla bu anı paylaşmak harika bir histi ve aniden mucize gerçek olmuştu. Tam kafamızın üstünde yeşil hareler gidip geliyordu ve biz ağlayarak seyrediyorduk. Üstelik sesi bile vardı. O kadar büyüsüne kapılmıştık ki fotoğraf çekmeyi az kalsın unutuyorduk. İzlanda bize harika bir hoş geldin hediyesi vermişti.

O gecenin büyülü sarhoşluğuyla ertesi gün Vik bölgesine gittik ve ünlü Tv Serisi Game of Thrones’un çekildiği yer olan Siyah Kumsallar’a doğru yola çıktık. Yol boyunca aktif volkanlar ve Skogafoss gibi birçok şelaleyi görme fırsatımız oldu.  Güneşi Atlas Okyanusu’nda batırdıktan sonra günü Vik köyünde yorgun bir şekilde bitirdik. Vikinglerin dünya üzerinde karaya bastıkları ilk yer olan bu köy gördüğüm en güzel yerlerden biri olabilirdi. Tanrı’ya bana sunduğu bu fırsatlardan dolayı müteşekkir olarak köyden ayrıldım ve ertesi gün İzlanda’da ikinci el dükkânlarını ve başkent Reykjavik’i gezmeye çıktık. Şehir gezisinden sonra ev sahibimizin hediyeleriyle birlikte havalimanının yolunu tuttuk. Bu güzel yolcuğun sonunda yol boyunca Deniz’le birlikte gözyaşlarımızı tutamadık. Tanrı’nın tüm hünerlerini İzlanda’ya bahşettiğini düşünerek her şeye minnettar olarak İzlanda’ya gece yarısı veda ettik. Kuzey ışıklarını ve birçok güzel yeri görme şansımı ben de sizinle paylaştım. Umarım okurken keyif almışsınızdır. Bir dahaki rotada görüşmek üzere…

Yazar: Beyza GÜNEŞ
Yazar: Beyza GÜNEŞ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.