Deneme,  Dil

BEYİN VE DİL İLİŞKİSİ

Her insan dil edinim yetisiyle dünyaya gelir ve çevreyle etkileşim sonucunda içinde bulunduğu toplumun dilini edinir. Her gelişim alanında olduğu gibi dil ediniminde de kritik dönemler vardır. Eğer dil edinim merkezleri belirli zaman içerisinde uyaran almazsa işlevlik kazanamadığını da belirtmeden geçmeyelim.

Beyindeki dil sistemi birbiriyle bağlantılı ve eşzamanlı çalışan birçok alandan oluşur. Önceden beyindeki konuşma merkezleri sol yarıkürede yer alan Broca ve Wernicke alanları ile sınırlandırılmışken zaman içerisinde yapılan çalışmalar bizlere konuşma eyleminin hem sağ hem de sol yarıkürede oluşan kompleks bir yapı olduğunu ispatlamıştır. Peki konuşma eyleminin anlamlı ve etkileyici olabilmesi için eş güdümlü çalışan sağ ve sol yarıkürede neler oluyor?

İşlevleri farklı olan iki yarıküre arasında bilgi iletişimini sağlayan Corpus Callosum’u bir köprüye benzetebiliriz.

Çok odaklı ve çağrışımsal düşünmemizi sağlayan sağ yarıküre, yorumlama ve anlamlandırma yetisine sahiptir. Dil üzerindeki en büyük rolü, dili parçaüstü birimlere yönlendirmesidir. Yani bildirişim işlevi taşıyan her metin içerisindeki eklerin, sözcüklerin, sözcük öbeklerinin ve cümlelerin vurgu-tonlaması beynin sağ yarıküresinde gerçekleşir.

Sol yarıküre ise ayrıntılı ve akıcı düşünmemizi sağlayıp, çözümleme yetisiyle bilgiyi düzenleyip dil ve dil merkezli işlevlerde uzmanlaşmıştır. Bu sebeple konuşma eyleminin merkezi, sol yarıküre diyebiliriz. Ayrıca beynin mantıksal yönü olup vücudun sağ tarafını kontrol eder.

Beyinde konuşma eylemini gerçekleştiren birden fazla alan vardır. Ancak sol yarıküredeki Broca ve Wernicke alanları için dil üretiminin merkezleri diyebiliriz. Ancak bunlar içerisinde en önemlisi, anlatma ve anlama becerileri üzerinde büyük bir etkisi olan Broca alanıdır. 1850’lerde Fransız beyin cerrahı Paul Broca’nın konuşma ve dil güçlüğü çeken hastalar üzerinde yaptığı araştırmaları sonucunda adlandırılan bölgedir. Beynin ön kısmında yer alan bu bölgedeki bir hasar bireyde anlatma güçlüğüne sebep olur. Temel bozukluk, akıcı konuşamamaktır. Bireyin konuşmaları tutuk ve yavaştır. Cümleleri basit buna rağmen dil bilgisel yanlışlarla doludur.  Birey aslında ne demek istediğini bilir ancak bunu bir türlü düşünceden dile aktarıp anlatamaz.

Yine sol yarıkürede yer alan ikinci konuşma alanı da Wernicke’dir. Sol kulağın arka tarafında yer alan bu bölge 1874’te Carl Wernicke tarafından tanımlanmıştır. Duyular ile alınan her bilgi Wernicke alanına gönderilerek yorumlanır ve konuşurken doğru kelimeleri seçmemizi sağlar. Daha çok dilin anlatmaya yönünü kontrol eden Wernicke alanı yazma ve konuşma becerileri üzerinde etkilidir. Wernicke alanındaki hasar, bireyin okuduğu veya işittiği kelimeleri anlamlandıramamasına sebep olur. Yani bireyde kelime sağırlığı (İşittiği kelimeleri anlamlandıramaz. Örneğin yabancı dildeki bir konuşmayı dinleyen bireyin sesleri anlamlandıramaması gibi.) veya kelime körlüğü (Örneğin yabancı dilde bir metin okuyan bireyin sözcüklerin karşılığını bilmediğinden anlamlandırma yapamaması gibi.) görülür. Anlamlandırmada sorun yaşadıkları için konuşmalarının içi boştur.

Genelleyecek olursak işlevleri farklı olan bu iki lobda sürekli bir etkileşim vardır. Dil edinimini birine indirgemek mümkün bile değildir. Örneğin; hayaller, duygular sağ yarıküre tarafından harekete geçirilip dile aktarılırken bunlara uygun kelimeler sol yarıküre tarafından bulunur.

Ya da cümleler sol yarıküre tarafından kurulurken, konuşmaya eşlik eden jest, mimik ve ses tonu sağ yarıküre tarafından yönetilir.

Şunu da belirtmeden geçmeyelim, bir çocuğun doğumundan okula başladığı döneme kadar sağ yarıküre baskınken, eğitim-öğretim süreciyle sol yarıküre baskın hâle gelir. Sebebi ise edinilen her yeni bilginin önce sağda işlenip daha sonra sola gönderilmesidir. Çünkü bebek dünyaya gözünü açar açmaz yeni bilgilerle karşılaşır. Onun için gördüğü her şey yenidir. Belirli bir süre sonra bilgiler oluşturulur ve daha sonra çözümlenir.

Ayrıca beyinde, ayırıcı özellikler olarak nitelendirilen ‘’İşitsel algı ve bürünsel anlam’’ süreçleri vardır. Kurucu bileşen olan ses için dildeki en küçük birim diyebiliriz. Çünkü seslerin yuvarlak, düz, geniş olmaları bilgi transferini gerçekleştiren nöronlar için ayırt edici bir özelliktir.

İşitsel algı sürecinde beyin, işitsel uyarıcıların anlamlandırılmasında öncelikle kimin konuştuğunu belirler. Daha sonra konuşanın ne anlattığını ve nasıl söylediğini çözümler. Bunlar bizi anlamlandırmaya götürür. Örneğin, çocuk annesinin uyarısını dikkate almayıp koşarken düşüp bacağını yaralayınca annesinden ‘’Aferin!’’ karşılığını alır. Sözcüksel anlamına bakınca ‘’Aferin’’ takdir, övme ve beğenme anlamları taşır. Ancak bizler ton ve sesleri doğumdan itibaren edindiğimiz ilk yeti olan bürünsel anlam çözümlemesiyle işittiklerimizi anlamlandırırız. Bu yüzden annenin burada ses tonuyla ‘’Aferin’’e yüklediği anlam hiç de takdir etme değildir.

Beynin mükemmel yapısını ortaya koyan bir diğer özelliği ise hiçbir bilgiyi fotoğrafını çeker gibi kaydetmeyip ayrıcı özelliklerini kodlamasıdır. Eğer beyin ayırt edici özellikler yerine her bir kelimeyi zihne etiketleseydi bizler yaşam boyunca hiç telaffuz hatası yapmadan kelimeleri seslendirebilirdik. Bu hepimizin başına gelmiştir, bazen sıklıkla kullandığımız bir kelimenin telaffuzunda hatalar yapabilir veya dil sürçmesi yaşayabiliriz. Bunlar bize beynin her defasında seçme-birleştirme işlemi yaptığının kanıtıdır. Yani konuşurken beyin sürekli kavramları seçip, birleştirip bunları sese dönüştürüyor. Buna düşünceden dil sistemini geçiş de diyebiliriz. Çünkü kavramlar düşünce sistemini, sözcüklerde dil sistemini oluşturur.

Düşünce ve duygularımızı aktarmanın yanında zihnin yeni kavramlar oluşturup bunları söze dönüştürmesini sağlayan beyin ve dil ilişkisinden hareketle bir sonraki yazımızda çok eski  ‘’Dil mi düşünceyi yönlendiriyor, düşünce mi dili belirliyor? sorusu üzerinde duracağız. Keyifle kalın…

Yazar: Zeynep Binici
Yazar: Zeynep Binici

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.