FATİH VE KUTLU FETİH
……
“Letüftehanne’l Kostantıniyyete, ve le ni’mel emrü zâlike’l emr, ve le ni’mel ceyşü zâlike’l ceyş”
……
FATİH
Sultan II. Muradın Konstantinopolis’i muhasarasından tam on yıl sonra doğan ve babasının ‘Bağ-i Murad’da gül-i Muhammed açıldı’ diyerek karşıladığı oğlu II. Mehmet (Muhammed) 30 Mart 1432 yılında dünyaya geldi. Türk efsanelerine göre Fatih’in doğduğu yıl tamamen mucizeler yılıdır, öyle ki ağaçlar meyvelerle sarkmış, köylüler fazlasıyla mahsul almış ve Konstantinopolis’in üzerinden kuyruklu yıldız geçmiştir. Rivayetlere göre Sultan Murad, Mehmet’in doğum haberini aldığında Kur’an-ı Kerim okumaya başlamıştı, Fetih suresine geldiğinde ise Mehmet doğdu. Tüm bunlar bir ‘Fatih’in doğduğunun göstergesiydi.
II. Mehmet’in ailesine bakacak olursak Mehmet’in annesi bir muammadır. Mehmet bu sırrı kendisiyle mezara götürmüştür. Fakat üstün zekası ve tevazu sahibi kişiliğini Osmanoğulları’nın sulbünden aldığı aşikardır. Mehmet, iki yaşına kadar Edirne’deki sarayda daha sonra ise eğitimi için Amasya’ya gönderildi. Bu iki yaşındaki bir çocuk için oldukça zor olmalı. Mehmet’ten on yaş büyük abisi Ahmet de aynı kentin valisi oldu. Ahmet kısa bir süre içinde öldü. Birkaç yıl sonra Sultan Murad’ın gözünden sakındığı oğlu Ali Amasya’ya vali oldu fakat o da ailesiyle birlikte öldürüldü. Sultan Murad yıkılmıştı, tüm gözler saraydan ve tahttan bir haber olan II. Mehmet’in üzerindeydi. Fakat Mehmet sarayda yalnız değildi saraya ilk adım attığında Mara Brankoviç tarafından -ilerde Mehmet ona Mara Ana diyecek- karşılandı. Bu Mehmet için büyük bir avuntudur.
Ali’nin ölümünden sonra Sultan İkinci Murad oğlu Mehmet’i saraya çağırdı ve onunla ilk karşılaştığı an ne diyeceğini bilemedi çünkü karşısında herkesin bildiği Fatihin yerine itaatsiz, dik başlı, inatçı ve hazırcevap bir çocuk vardı. Sultan Murad’ın aklına hemen bir isim geldi. O isim Molla Ahmet Gürani’dir. Molla Gürani sert ve bilgili bir lalaydı daha önce Mehmet gibi dik başlı çok şehzade eğitmişti, bu nedenle tecrübeliydi. Mehmet birkaç denemeden sonra Molla Gürani’yle baş edemeyeceğini anladı ve kendini ilime verdi daha sonra onu ilmin yolundan kimse alamadı. Bu yüzden Molla Gürani’nin ve sopasının fethin yolunda büyük emeği vardır diyebiliriz.
Mehmet kendinden önceki padişahların aksine tahta iki kez çıktı. Bu olayda bahsetmemiz gereken şey Sultan Murad’ın ne kadar büyük bir padişah olduğudur. Çünkü daha sağlığı yerindeyken on dört yaşındaki oğlunun olgunluğunu ve becerisini görerek tahtı oğlu Mehmet’e bıraktı. Sultan Murad bu kararı alırken Mehmet’i düşündüğü kadar devletini de düşündüğü aşikar. Kendisi tahtı bırakmadan önce Macarlılarla Edirne-Segedin Antlaşması yapmıştı ve bu Antlaşmaya göre iki devlette on yıl boyunca savaşmayacaklarına -bu sadece bir maddedir- kutsal kitapları üzerine yemin etmişlerdi. İşte Sultan Murad bu koşullarda tahtı oğluna bıraktı ve böylece Mehmet’e ”Fatih” olmak için gereken özgüveni vermiş oldu. Fakat bir sorun vardı saray ahalisi Sultan Murad’ın bu kararından hiç hoşnut değildi. Sultan Murad zamanında istekler ve ricalar çabuk vuku buluyordu. Sultan Murad, ılımlı ve sakindi vezirlerine güvenir ve dediklerini yapardı başta Çandarlı Halil Paşa’nın dediklerini; lakin Mehmet babası gibi değildi. Kendi kuralları vardı ve gücünün farkındaydı. Hatta tahta ilk çıktığı zamanlar vezirlere İstanbul’u muhasara edeceğini söyleyecek kadar da kendine güvenirdi. İstanbul konusunda bu kadar aceleci olmasının da bir nedeni vardı: Büyük İskender. Mehmet Büyük İskender’i kendine rol model edinmişti. Büyük İskender’in Doğu’yu fethettiği gibi Batı’yı fethetmeyi planlıyordu. Ayrıca Büyük İskender ilk fethini yirmi yaşında gerçekleştirmişti ve Mehmet yirmisinden önce İstanbul’u fethetmeyi düşünüyordu işte Mehmet’in acelesi buydu.
Mehmet daha en baştan İstanbul’u düşünürken karşısında büyük bir sorun da vardı: Macar Hünyadi Yanoş. Macarlar küçük yaştaki Mehmet’in tahta geçtiğini duyduklarında kutsal kitapları üzerine ettikleri yemini unutup bir de papadan bu sefer için izin almışlardır. Sanırım insan, hırsı için ancak bu kadar ileri gidebilir. Haçlılar bir yandan akın ederken saray ahalisi Mehmet’in başından hiç ayrılmıyordu. Durumun farkındaydı, göstermese de içten içe tedirgindi ve babasını bu çok bilindik sözlerle çağırdı ’Eğer siz padişahsanız düşmana karşı ordunun başında durmak vazifenizdir. Eğer ben padişahsam size ordunun başına geçmenizi emrediyorum’. Bunun üzerine Sultan Murad ordunun başına geçip Varna Savaşı’nı kazandı. Bu olaylar devlet için ne kadar olumluysa Mehmet için o kadar olumsuzdu babasının tahta zorla geri getirilmesiyle Mehmet ve adamı Zağnos Paşa tabiri caizse tahttan resmen kovulmuşlardı. Mehmet hırslıydı ve tahta bir daha çıktığında eski Mehmet’in yerine daha kültürlü, bilgili ve saray ahalisini alt edebilecek bir şekilde gelmek için elinden geleni yaptı. Zaman bile İstanbul Fatih’inin nasıl olması gerektiğini biliyor ve ona göre işliyordu. Kendini geliştirmek için Arapça, Farsça, Yunanca, İbranice öğrendi. Pozitif ilimlerden de kaçınmadı. İslam’a yönelik çalışmalar yaptı ayrıca kendini savaş alanında da fiziksel olarak güçlendirdi yani Mehmet zamanını hiç boşa harcamadı.
Babasının ölüm haberini Manisa sancağındayken alınca hiç beklemeden atına atladı ve saray entrikalarına yem olmadan Edirne’ye vardı, tahtın başına geçti. Artık ne Mehmet eski Mehmet’ti ne de saray ahalisine olan tavrı. Her şey değişecekti…
FETİH
Sultan Murad’ın ölümü Venedik, Cenova, Paris, İtalya’da büyük bir sevinçle karşılandı. Çünkü onlar İkinci Kosova Savaşı’nın yaralarını daha yeni sarıyorlardı ayrıca Mehmet’in toy, saf ve savaş stratejilerinden anlamadığını varsayıyorlardı. Bu durumda Mehmet’in ilmini ve olacakları bilen ilahi kaderin doğru zamanı beklediğini hepiniz fark etmişsinizdir. Mehmet birinci padişahlığından büyük bir ders almıştı ve her şey değişmişti ” İstanbul’u fethetme aşkı” hariç. Bu bir fikirdi ve bu fikrin tecelli etmesi için de gayret gerekiyordu. Mehmet’in ceddi İstanbul’u tam 23 kez muhasara etmişti lakin hiçbiri İstanbul’a muvaffak olamadı bu nedenle İstanbul’a ‘alınamaz’ diyorlardı. Bizanslıların sahip olduğu yirmi iki kilometrelik surların methi de tüm dünyada duyulmuştu. Daha önceden denenmemiş yolları bulması gerekiyordu. Mehmet bu muhasara için birçok hazırlık yaptı. Bunların birkaçı şu şekildedir:
- RUMELİ HİSARI
Yıldırım Bayezit İstanbul’u dört kez kuşattı fakat farklı nedenlerle kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı. Bu kuşatmalara hazırlığında Anadolu Hisarı’nı (Güzelce Hisarı) yaptırdı -şu anki Beykoz-. Mehmet İstanbul’u kuşatma hazırlığında tabii ki ceddinden yardım aldı tıpkı Yıldırım Bayezit gibi o da Anadolu Hisarı’nın karşısına -şu anki Sarıyer’e- Avrupa yakasına Rumeli Hisarı’nı (Boğazkesen Hisarı) yaptırdı. Rumeli Hisarı’nın yapılışının temel sebebi Bizans’a Karadeniz’den gelecek yardımları önlemekti. Bu Hisarın yapımı 3 ay gibi kısa bir sürede gerçekleşti ayrıca bu hisara kuş bakışı bakıldığında eski harflerle Muhammet biçiminde okunacak şekilde yaptırılmıştır.
- ŞAHİ TOPU
Bizans yirmi iki kilometrelik surlara sahipti ve bu surlar Bizans’ı şimdiye kadarki tehlikelerden korumuşlardı. Mehmet surlar için daha önceden hiç kullanılmayan ateşli silahları düşünüyordu. Gerçek bir topçu parkına sahip olan ilk hükümdar olacaktı. Mehmet ateşli silah için kendi düşüncelerini Sarıca Sekban ve Macar Urban’ın düşünceleri ile birleştirdi ve ortaya Şahi Topu’nun taslağı çıktı. Bu topun yapımı zordu ve yapılması çok da maliyetliydi. Şahi topu daha önce hiç görülmemişti, kocamandı yapımı için üç yüz kantar bakır kullanıldı gülleler yaklaşık altı yüz kiloydu ve bir topu ancak yüz öküz çekebiliyordu. En büyük topun dolumu zahmetli ve atışı neredeyse iki saati alıyordu. Ayrıca tarihçiler ilk topun patladığı anda hamile kadınların doğum yaptığını, hayvanların sesten bayıldıklarını bile söylerler.
İstanbul’un Fethi için yapılan diğer hazırlıklar ise tekerlekli kuleler, Vize ve Silivri kalelerinin alınması ve donanmayı güçlendirme çalışmaları. ilmik ilmik işleniyordu kutlu fetih…
Mehmet kuşatma için bu hazırlıkları yaparken Bizans’ın eski gücü kalmamıştı, sahip olduğu toprakları bir bir kaybediyordu ve sınırları git gide daralıyordu. Bizans Kralı on birinci Konstantin cesur ve dirayetli bir imparatordu fakat ülkesi gerçekten zor durumdaydı ve Konstantin’in hiç parası yoktu. Hatta sikke basabilmek için ülkesindeki tüm demir, bakır, altın ve benzeri eşyaları toplattırıp erittiği bile söylenir. Bizans’a karşılık Osmanlı sürekli yükseliş gösteriyordu Bizans’ın bir korkusu da buydu. Osmanlı Acemi ve Yeniçeri Ocaklarında sürekli askerler yetişiyor, mühendisler daha önce hiç görülmemiş ateşli silahlar döküyor, halk canla başla çalışıp devletine vergi ödüyordu.
On birinci Konstantin tam Mehmet’e göre bir düşmandı, cesurdu ve halkı için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Muhasara sırasında ülkesinin zor durumda olduğunu biliyordu fakat Mehmet’in hiçbir teslim olma uyarılarına kulak asmadı. İmparatoru olduğu devletin önemini biliyordu ve bu önemi her şeyden üstün tutuyordu. Mehmet’e layık olan bir diğer düşmansa Cenevizli paralı asker Lord Giovanni Giustiniani’ydi. Giustiniani tecrübeli bir askerdi ve 700 kişiye yakın profesyonel bir ordusu vardı. Mehmet Giustiniani’nin zorlu bir düşman olduğunun farkındaydı ve bu nedenle hatiplik yeteneğini onun üzerinde de kullandı fakat Giustiniani’nin Mehmet’e layık olduğunun bir kanıtı da bu olacak ki Giustiniani Mehmet’in ona vaat edilenden daha fazla mülk ve unvan sunmasına rağmen bunu kabul etmedi. İşte Mehmet bu düşmanlarla savaşacaktı. 6 Nisan 1453 tarihinde Mehmet’in 100.000 kişilik devasa ordusu Bizans’ın surlarından görünür oldu. Bu 100.000 kişilik orduya irili ufaklı toplar, tekerlekli kuleler, geriden gelen Şahi Topu’nun çıkardığı gürültü, ve bir savaş stratejisi olarak Osmanlı bando takımının düşmanın şevkini kırmak için yarattığı olağanüstü ses eşlik ediyordu. 568 yıl sonra bile tam o anda Bizans’ın dış surlarından bakan biri olduğunuzu düşünmek bile korku ve strese sebep oluyor.
11 Nisan 1453 tarihinde Şahi Topu ile diğer toplar otağın yakınına şehrin en zayıf girişine doğru konumlandırıldı. Bu toplar seksen ila altı yüz altmış kilogramları arasında taş gülleler atabiliyorlardı. Mehmet kuşatmaya toplam altmış dkouz topla katılmıştı ve bu da Mehmet’i tarihte ilk topçu parkına sahip hükümdar yapıyordu. 12 Nisan 1453 tarihinde kavın barutu tutuşturmasıyla birlikte dünyanın ilk düzenli topçu saldırısı başlamış oldu. Topların ateşlendiği anda büyük bir gürültü oluştu Bizanslılar ilk kez duydukları bu gürültü karşısında ne yapacaklarını bilemediler, herkes çok korkmuştu. Bizans yıllardır geçilmez surlarıyla korunuyordu fakat bu surlar Mehmet’in ilmine ve azmine karşı kayıtsız kaldılar. Topların ağır sesi her yerden duyuluyordu diğer küçük devletler Bizans halkının yerinde olmadıkları için Tanrıya dua ettiler. Toplar surları ağır şekilde harap ediyordu ayrıca onları tekrardan düzletmek için uğraşan askerleri de. Bu bir savaştı ve Bizanslılar hiçbir çağrıya kulak asmayarak bunu beklediler. Saldırılar gece gündüz devam etti. Kuşatma böyle sürerken 18 Nisan günü Mehmet altı gün süren bombardımanı durdurarak bölüğüne ilerleme emri verdi. Bu bölük nasıl ki 6 Nisan günü Mehter marşıyla düşmanın manevi yönünü eze eze geldiyse şimdi de aynı metanetle düşmana karşı saldırıya geçti. Bu kudretli saldırıyı fark eden Bizanslıların kilise çanları çalmaya başladı, halk endişe içerisinde koşuşturuyordu. Yeniçeriler merdiven ve koçbaşlarıyla surlara yaklaştılar ve savaşmaya başladılar fakat surlarda açılan hendeklerin dar olması ve Giustiniani’nin askerlerini iyi konuşlandırması nedeniyle başarısız oldular. İstanbul kızı elmaydı ve kolay elde edilmeyecekti. Mehmet bu başarısız saldırının sonucunda topçu ateşini hızlandırdı.
Sultan Mehmet kuşatma hazırlığında donanmasını iyice güçlendirmişti fakat Papa’dan gelecek yardım için endişeleniyordu. Mehmet’in bu endişesi Konstantin’in de tek umut kaynağıydı ancak Papa Konstantinopolis’i çok önemsememiş olacak ki bu yardım asla gelmedi. Mehmet kendinden önceki kuşatmaları tekrar tekrar inceledikten sonra ancak denizde mutlak gücün kuşatmadan sonuç elde ettireceğini görmüştü. Mehmet’in Kaptan-ı Deryası Baltaoğlu’ydu ve Mehmet ona güveniyordu.
Kuşatmanın on dördüncü günü Papa tarafından gönderilen Ceneviz gemileri Marmara’ya doğru yaklaşıyordu. Papa toplamda dört gemi göndermişti bunların üçü savaş gemisiydi yalnızca biri halk için yiyecek bulunduruyordu. Cenevizliler donanma konusunda bilgili ve tecrübeliydiler. Gemiler 20 Nisan günü Marmara Denizi’ne geldi. Mehmet bu dört gemi için yüz kırk kadırgadan oluşan filosunu Baltaoğlu’nun önderliğinde onlara karşı gönderdi. Bu sırada Marmara’da rüzgâr azalmıştı ve Cenevizliler iyice yavaşlamışlardı. Osmanlılar Cenevizlilerden sayıca çok üstün olsa da kadırganın ilk hali olan tekneye sahiptiler buna karşılık Cenevizlilerin kalyonları vardı. Bir kalyon ve kadırga yan yana geldiğinde kadırgadan kalyona tırmanmak gerekiyordu ve bu da Osmanlıların aleyhineydi. Bu şartlarda Baltaoğlu savaşırken ağır yaralandı ve nasıl eseceği belli olmayan Marmara’nın keskin rüzgârı bu sefer Ceneviz gemileri için esti böylece Ceneviz gemileri kadırgaları geride bırakarak Haliç’ten içeri girmeyi başardı. Mehmet bu başarısızlıktan dolayı faili cümle aleme ibret olsun diye ağır şekilde cezalandırırdı hatta idam bile ederdi fakat Baltaoğlu’nun önceki hizmetlerinden dolayı ona merhamet gösterdi. Cenevizlilerin Haliç’e geçmesiyle birlikte İmparator ve halk büyük bir moral buldu ancak Osmanlı askerleri git gide yoruluyordu ve bu belirsizlik onlar için iyiye işaret değildi onlar Sultanlarından bir atak bekliyorlardı Mehmet de bunun için durmadan düşünüyordu. Kuşatmanın üçüncü haftasında askerler son derece yorgundu hiç yeni gelişme yoktu ve surlardan geçilmiyordu buna karşılık Çandarlı Halil Paşa dedesi Ali Paşa’nın yıllar önce Yıldırım Bayezit’e yaptığı caydırmayı şimdi Mehmet’e yapmaya çalışıyordu. Çandarlı Halil Paşa hayal ve tutkuyla ilgilenmiyordu ona göre önemli olan şey şehir kazanmak değil, para kazanıp karlı çıkmaktı ve bu Sultan Mehmet için oldukça ters bir davranıştı.
Mehmet bir gece güvendiği tek adamını, Zağnos Paşa’yı yanına çağırdı ve gemileri karadan yürütme fikrini ona anlattı. Haliç’in (Golden Horn) girişi uzun, kalın zincirlerle korunuyordu bu zincirler müttefik geldiğinde gevşetilip aşağı bırakılıyor, düşman geldiğinde ise gerdirilip havaya çıkarılıyordu. Bu zincirler çok önemliydi ve yakın zamanda tamiri yapılmıştı bu nedenle Haliç’e giriş imkansızdı fakat Mehmet için imkânsız diye bir şey yoktu. Mehmet’in fikrine göre Galata Kolonisi etrafındaki ormandan yaklaşık 3 kilometre dolanarak gemiler Haliç’e geçirilebilirdi. Bu dâhiyane fikir için binlerce litre don yağı, binlerce askerin çalışma gücü ve ormanın içerisindeki casuslardan korunmak gerekiyordu. Mehmet için gizlilik yapılan işten daha önemliydi ve gemileri karadan yürütme fikrini sadece Zağnos Paşa’yla yürüttü. Askerler yolu açmaya devam ederken o asla gelmeyecek Venedik Filosunun yolda olduğu iddiası yayıldı bu nedenle Mehmet askerlerine daha hızlı olmalarını emretti böylece üç kilometrelik yol birkaç günde hazırlandı. Bundan daha olağanüstü olanı ise yetmiş kadar geminin insan ve öküz gücüyle yağlanmış tahtalardan bir gecede indirilmesidir. Gemilerin çekildiği sırada Bizanslılar çok güçlü sesler duydular ve bu sefer onları neyin karşılayacağından korkuyordular. Sabah olduğunda gemilerin Haliç’te olduğunu görmek onları büyük bir hezimete uğrattı. Artık Bizanslılar Osmanlılarla iki cephede savaşmak zorundaydılar.
Kuşatmanın ikinci ayında Osmanlı hiçbir ilerleme kaydedememişti askerler bitkindiler ve artık daha hırçın savaşıyordular. Mayıs ayının sonlarına doğru hiçbir zaman gelmeyen Venedik Filosunun yaklaşıyor olduğu bilgisi iki tarafa da yayıldı. Bu şartlar altında Mehmet diğer kuşatmalarda olduğu gibi geri çekilme kararı almayı düşünüyordu ayrıca bu kararı alması için Çandarlı Halil Paşa da ona sürekli bir ateşkes antlaşması hazırlamasını istiyordu ve en sonunda antlaşmanın hazırlamasını kabul etti.
Orta Çağ’da insanlar gök bilimine ve astrolojiye büyük ilgi duyuyorlardı Osmanlıda bu işlerle Müneccimler ilgileniyordu ve bir saray geleneği haline gelmişti. Müneccimler gök cisimlerini, yıldızları ve tutulmaları izleyerek Sultanın bir sonraki adımında yardımcı oluyorlardı. 20 Mayıs günü Müneccimlerden haber geldi yıldızlar sıralanmıştı ve Kızıl ay tutulması yaşanıyordu. Kızıl ay Bizanslılar için kötüye alametti onlar için Kızıl aydan sonraki gün şehir düşecekti. Bizanslılara karşılık Osmanlılar için Kızıl ay hayra alametti bir adım atılacaksa o adım hemen atılmalıydı. Mehmet yorgun ve bitkin askerlerini kızıl ayın önemini anlatarak motive edici konuşmalar yaptı böylece askerini bir sonraki saldırı için hazırladı.
29 Mayıs günü şafak vaktinden önce Mehmet, ordusunu hazırlamıştı. İlk başta surları döven topçu yaylım ateşini hızlandırdı. Topçu ateşiyle birlikte Osmanlılardan Mehter Marşı duyulmaya başladı Mehter Marşını askerlerin bağırışları tamamladı. Mehmet saldırının ilk dalgası olarak delileri (başıbozuk) yolladı. Deliler Osmanlıların gönüllü askerleriydi ve onlar Osmanlı’nın en korkunç ordusuydular. Onlar yüzlerini boyarlardı, tuhaf ses çıkarırlardı ve üstlerine değişik hayvan postları giyerlerdi. Onların Osmanlı ordusundaki amaçları önden gidip Osmanlı ordusunun ne kadar korkunç bir ordu olduğunu göstererek düşmanın moralini bozmaktı. Başıbozuklar dış surlarda Giustiniani’nin askerleriyle çarpıştılar birinci dalga neredeyse bir saat aldı ardından Mehmet ikinci dalga olarak Muvazzafları gönderdi. Muvazzaflar, Balkanlarda korkulan bir birlikti. Mehmet’in gönderdiği bu iki dalga yaklaşık dört saat sürdü fakat hasar görmüş surlarda hala daha gedik açılamamıştı. Osmanlılar surların dışında takılıp kaldılar. Bu iki dalgadan sonra geriye sadece Yeniçeriler kaldı. Yeniçeriler Osmanlının devşirme kökenli birliğiydi. Onlar Acemi Ocağı’nda daha çok savaşa yeteneği olan çocuklardan oluşan bir birlikti. Yeniçeriler Osmanlı’nın en tertipli ordusuydu ayrıca en güçlü ordusu da. İkinci dalga da sona erip geriye sadece Yeniçeriler kaldığında Çandarlı Halil Paşa Mehmet’e saldırıyı durdurup tekrardan hazırlanması gerektiğini söyledi. Mehmet’in işte tam bu anda verdiği karar olağanüstüdür çünkü ölen her bir asker hem ordu hem nüfus hem de tarım açısından oldukça önemliydi. Ayrıca bu birliğin de başarısız olup Mehmet’in Konstantinopolis’i fethedememesi de oldukça kabildi fakat Mehmet vazgeçmedi ve Yeniçerilerle birlikte surlara saldırdı. Yeniçeriler Aziz Romana kapısına dayandılar. Halk kalyonlara binip şehri terk ediyordu. Bağrışlar, haykırışlar, inlemeler… Bu düşüş değildi bu kesinlikle fetihti. Bu güç karşısında Giustiniani ordusuyla surların iç kesimine doğru geri çekilmeye başladı tam o anda Yeniçeriler surlardan gedik oluşturmayı başarıp içeri girmeye başladılar bu karmaşa anında bir Osmanlı okçusu Giustiniani’yi ağır yaraladı. Askerlerinden birkaçı onu savaş alanından uzaklaştırırken İmparator Konstantin ile karşılaşan Giustiniani İmparatora kaçmasını söyledi İmparator da ona eğer bu alandan ayrılırsa askerlerinin savaşı bırakacağını söyledi fakat Giustiniani büyük cesaretini geride bırakarak olay yerinden uzaklaştırıldı. Bunu gören askerler tıpkı İmparatorun dediği gibi savaş alanını tek tek terk etmeye başladılar. Askerlerin savaşı bırakması ve Osmanlı ordusunun üstün gücüyle Yeniçeriler şehre girmeyi başardı. Bunu gören İmparator Konstantin de savaşa katıldı ve onu bir daha gören olmadı.
Fatih şehre 29 Mayıs günü girdi ve 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorluğu’na son verdi hatta bunu yirmi bir yaşındayken başardı. Fatih bu başarısıyla hadiste geçen unvana mazhar oldu. O şehre girer girmez o dönem Avrupa’nın en büyük yapısı olan Ayasofya’yı ziyaret etti. 21 yaşındaki hükümdar Ayasofya’nın önünde secde etti ve Allah’a kendisine bu müthiş makamı nasip ettiği için şükretti. Fatih üstün zekasıyla tüm dünyaya topların surlara karşı gelebileceğini ve surların artık bir önem arz etmediğini göstermiş oldu. Buna bağlı olarak Avrupa’da medeniyetsizce kurulmuş olan derebeylik sistemi zamanla çökmeye başladı ve bu Fatih sayesinde oldu bu yüzden Fatih yalnızca Konstantinopolis’i fethedip Doğu Roma İmparatorluğuna son vermedi, o Orta Çağ’ı kapatıp Yeni Çağ’ı açmış oldu. Fatih İmparatorluğunun başkentini bu şehre, İstanbul’a taşıdı. Savaştan kaçamayıp İstanbul’da kalmış Bizanslılar Fatih için tedirgindiler fakat Fatih öyle büyük bir padişahtı ki onların dinine, diline, yaşam tarzlarına ve hürriyetlerine asla karışmadı, Osmanlı’nın yıllardır kullanıp kullanmaya da devam edeceği Hoşgörü Politikasını uyguladı. Fatih için aksi bir söylem boş laftan ibarettir.
İstanbul’un kudretli hükümdarı Fatih, 30 yıllık saltanatına sayısızca savaş ve fetih sığdırdı. Sırbistan ve Bosna Hersek’ i fethetti, Eflak ve Boğdan’a seferler düzenledi, Trabzon İmparatorluğu’nu yıktı, Otlukbeli Savaşıyla Akkoyunlulara son verdi ardından Karamanoğullarını ortadan kaldırdı. Denizde Ege Adalarını, Kırımı ve Otronto’yu fethetti. Venediklilerle Osmanlı- Venedik Savaşları yaptı. Fatih fethettiği yerlerdeki halka karşı olan hoşgörüsünü asla kaybetmedi, savaş hırsından da asla vazgeçmedi ve Osmanlı için elinden gelen her şeyi yaptı öyle ki Fatih döneminde Osmanlı Devleti yükseliş dönemine girip altın para bastırmıştır. Ölümünden aylar önce İstanbul’un fethinde hazırladığı askerlerin üç katı asker hazırlamıştı ve bir sefer planlıyordu tarihçiler bu seferin İtalya’ya olduğunu düşünseler de bu konu bir muammadır. Fatih kırk dokuz yaşında seferdeyken Gebze Hünkarçayırı’nda vefat etti. Ölümünün Gut hastalığından (Balıklardan geçen bir hastalıktır ve Fatih’in en sevdiği yemek yılan balığıydı.) olduğu söylense de zehirlendiği de rivayet edilir.
Dünyada fatih olarak adlandırabilecek çok az hükümdar vardır ve Sultan İkinci Mehmet bunlardan birisidir. O tüm kişiliğiyle Osmanlı ve Türk tarihinin en önemli hükümdarlardan biridir. Daha yirmi bir yaşındayken Doğu Roma İmparatorluğu’nu yıkacak kadar ilim sahibi ve azimli; gemileri karadan yürütecek kadar gözü kara bir hükümdardır. Fatih’in ruhu şad olsun.
Fatih’in de dediği gibi; ”Baykuştan pervamız yok, biz şahinler sürüsüyüz.”
İstanbul’un Fethi’nin 569. yıl dönümü kutlu olsun.
KAYNAKÇA
- Kuntay, Mithat Cemal, Fatih ve Fetih, Alfa Yayınları, İstanbul, 2018.
- Crowley, Roger, Son Büyük Kuşatma 1453, Aprıl Yayınları, İstanbul,2018.