Petrole Dökülen Kan: There Will Be Blood
Tarihe ve antropologlara göre insanlığın başlangıcı Homo cinsinin ortaya çıkışıyla olmuştur. İlk insanoğlu dünyada merak sayesinde daha uçsuz bucaksız yerlere gitmenin hayalini kurarak hareket etmişse de işler toprağın altından çıkan bir sıvının bulunmasıyla bir hayli değişmiştir. Bu öyle bir devrim ki insanoğlu yeniden farklı bir yapıyla, amaçla ve merakla farklı şeylerin hayalini kurar olmuş. İnsanoğlunun ikinci kez başlangıcı ilkinden daha kanlı, daha savaş dolu ve daha zor olsa da dünyanın kaderi, mantığı ve düzeni bugün ki şeklini almıştır. Bildiğiniz gibi bu güzel sıvının ismi ‘’ Petrol’’. Uğruna hala savaşların verildiği bu değerli bileşimin bulunması da tabii ki filmlere konu olmuştur. Petrolün bulunması ve sonrasında yaşanan olayları anlatan nice filmler arasında öyle biri var ki petrolün bulunmasını işlemekle kalmayıp bu madenin beraberinde insanoğluna getirdiği vahşeti de muazzam yansıtmıştır. Hadi bu güzel filme bakalım o zaman.
Yönetmen koltuğunda P.Thomas Anderson’un oturduğu There Will Be Blood filmi Upton Sinclar’in 1927 yılında yayımlanan ‘’Oil’’ kitabından uyarlanmış; Anderson ve ekibine 2007 Akademi Ödüllerinde en iyi görüntü yönetmeni ve en iyi erkek oyuncu ödüllerini kazandırmıştır. Filmin senaryosu romana dayansa da Anderson kitabın sadece 150 sayfasını kullanmış, gerisini kendi kurgulamıştır. Anderson filme uyarladığı kitabın kapağındaki fotoğraftan öyle etkilenmiş ki Daniel Day Lewis’i bu fotoğrafta hayal etmiş, çekimlere hemen başlamış ve bu haklı tercih sayesinde; filmin ağır konusuna rağmen, seyirciye ulaşmasındaki kuşkusuz en büyük faktör usta Daniel Day Lewis’in oyunculuğu olmuştur.
Filmde geçen konu ise özetle şöyle; petrolün bulunmasıyla bir parça fakirlikten kurtulan Daniel kuyu açmak konusundaki becerisiyle petrol arayışına girişir. Kuyu kazarken ölen arkadaşının bebeğini de yanına alarak Amerika’nın dört bir yanını dolaşır. Hırsı, keskin zekası ve gayretiyle halka çok cazip teklifler sunar. Petrol arazilerini arsa fiyatıyla satın almasının altında, ölen arkadaşının melek yüzlü oğlunun katkısı büyüktür. Üstelik bu çocuğu da oğlu diye tanıtır gittiği her yerde. Çünkü bu şirin çocuk sayesinde Daniel, tüccar yönünden ziyade aile babası kimliğini vurgulamakta ve halkın sempatisini kazanabilmektedir. Gel zaman git zaman Paul Sanday isimli bir adam Daniel’in yanına gelir ve bu zamana kadar görmediği en büyük petrol vadisinin yerini bildiğini söyler. Bir petrol devi olma yolunda emin adımlarla ilerlerken birden karşısında Paul’un ikiz kardeşi muhafazakâr Eli bitiverir. Önceleri bu genç adamın dindar tutumunu pek önemsemez fakat sonra görür ki Küçük Boston halkını kontrol edebilmesi için Eli’yi ve onun Üçüncü Devrim Kilisesi’ni ciddiye alması şarttır. Çok para kazanması ve hedeflediği ‘denize’ ulaşması içinde bulunduğu vaziyette pek de mümkün gözükmez gözüne. Ancak Daniel ne pahasına olursa olsun asla pes etmez. Din olgusu yavaş yavaş filme sirayet eder ve filmin seyri bambaşka bir yöne gider..
Filmin can alıcı sahnelerinden birisi ise bir petrol kazasının oluşudur. Bu kazada Daniel’in sözde oğlu H.W bir kaza geçirir ve kulaklarından ağır yara alır. H.W., konuşamamaya ve duymamaya başlaması sonucu babasıyla olan derin bağ kopmaya başlar ve yavaşça Daniel’den ayrılır.
Aslında bu sağır ve dilsiz çocuk bir nevi Daniel’in ta kendisidir. Çünkü Daniel de kendisine karşı sağır ve dilsizdir. Kendisini hep güçlü göstermeye çalışsa da sevgiye ve ilgiye muhtaçtır hep. Onca şirketin sahibi olmasına rağmen duygusal yoksunluğunun bir göstergesi olarak fakir bir kulübede yaşamakta, yatak yerine sert, ahşap zeminde uyumaktadır. Hiç dile getirmediği aile konusu ise en büyük eksik yanıdır. Ama o içindeki hırsı sayesinde acısını hemen unutmakta ve elde ettiği maddi kazanımlarla mutlu olmaktadır. Anderson burada aile kavramının yüceliğini ustalıkla işlemektedir. Bir gün Henry adında bir adam çıkagelir ve kendisini Daniel’in kardeşi olarak tanıtır. Bu adamdan H.W bayağı nefret eder çünkü bu adamı kendisine tehdit olarak algılar. Bir gün herkes uyurken Daniel, Henry’in içinde bulunduğu odayı yakmaya çalışır. Daniel bu durumdan oldukça etkilenir ve H.W’yi cezalandırmak için uzaklara gönderir ve yaşamına Henry’le devam eder. Daniel, sevgisini saklamayı becerirken öfkesini en uç biçimlerde sergileyen bir adamdır çünkü. Bu sırada da Üçüncü Devrim Kilisesinin rahibi Eli’de boş durmaz ve Daniel’le iş ilişkisine girer. Eli dindar kesimden ziyade bağnaz kesimin bir temsili olarak karşımıza çıkar filmde. Eli de en az Daniel kadar hırslı ve gözü karadır. Üstelik Daniel’in elinde olmayan bir güce de sahiptir. Din gibi halkın en hassas olduğu bir konuda yetkin bir mevkisi vardır ve kitleler üzerinde büyük etki yaratabilmektedir. Daniel bunu gördüğünde, Eli’nin kurallarına göre oynayarak kazanmayı dener. Böylelikle film boyunca Eli ve Daniel arasında yani para ve din arasında bol çatışma olur. Daniel, dine ve tanrıya hiç inanmasa da kiliseye gider ve işlediği günahlar için bağışlanmak ister. Amacı cemaatten birisinin toprağını satın almaktır. Kilisedeki günah çıkarma ayini gerek Eli için gerekse Daniel için birer şova dönüşür. Ancak Daniel yediği tokatları, diz çöküşünü ve oğlunu terk ettiğini cemaate itiraf edişini asla unutmaz. Eli maddi destek için Daniel’in malikânesine geldiğinde kinini taze tutan Daniel ona, kilisede vaaz verir gibi “Ben bir yalancıyım, tanrı da bir hurafeden ibarettir!” cümlesini söylemesini şart koşar. Eli, bu sözü söylemeyi Daniel’den alacağını düşündüğü para için kabul eder. Bu tutumu, Daniel’in kilisedeki tutumuyla aynıdır. Sonra Daniel, onu bir bowling topu gibi tutup savurur. Çünkü her ikisi için de bu, bir kazanma oyunundan ibarettir. “Danslarının, hurafe inanışlarının seni kurtaracağını mı sandın! Üçüncü Devrim benim!” diye haykırarak tüm hiddetiyle Eli’nin üzerine yürür Daniel. (Bu sahne filmin bence en iyi sahnesidir.)
Daniel’in bu petrol savaşını kazanmasının tek bir sebebi vardır; Büyük azimle petrol borularının tümünü toprağın altından geçirmiştir. Eli ise bu toprağın altına sızma tekniğini, için için işleyen bu düzeni anlayamadığından oyunu kaybetmiştir. Daniel, Eli sayesinde içindeki tüm kinini boşaltarak insanlardan tüm öcünü alır.
Bir sahte baba-oğul ilişkisini hem petrol uğruna yapılan haksız rekabetin hem de din adı altında yapılan pis ilişkiler ve kurnaz bir işletme sahibinin kavgasını anlatan Kan Dökülecek, Amerika’nın şehirleşmesinin ilk dönemlerini anlatır. Ekonomik bir kaynağın nasıl bir toplumu ıssızlığın bağrına çektiğini ve din, eğitim, hukuk gibi kurumların nasıl bu maddi kaynak doğrultusunda gelişip şekil aldığını gösterir. Ahlak ve geleneklerin de bu ekonomik güç çerçevesinde biçimlendiğini, aile ilişkilerinin toplum ilişkilerine dönüşümünü, patatesten ekmeğe yapılan devrimsel geçişi anlatır. En önemlisi de dinin siyasetle ve ekonomiyle bu kadar güçlü bir ilişkisinin korkunç yanını da gösterir. Ve bu yan insanları dayanılmaz bir yalnızlığa da iter.
2 Oscar ödüllü ‘’ There Will Be Blood’’ ben sinemanın içindeyim diyenlerin mutlaka izlemesi gereken bir film. Bazı filmleri ne kadar anlatırsak anlatalım az kalır çünkü izledikçe anlam kazanır. Umarım bir film izlemenize katkı sağlamışımdır. Görüşleriniz bizim için çok önemli, umarım izledikçe malum beni hatırlarsınız 🙂
İyi seyirler…