Edebiyat,  İnceleme

Ulysses: Bir Okuyamama Hikayesi

Uzun zamandan beri, beni okurken bu kadar zorlayan bir kitap olmamıştı ta ki James Joyce’un Ulysses kitabına kadar. Her ne kadar bu kitabı okuma sürecim uzun, irademi sınayıcı ve acı verici bir şekilde geçmiş olsa da kitabı zihnimde seslendirerek bitirdim ancak tatmin edici bir anlama düzeyine ulaşamadığımı düşündüğüm için buna “okuma” demeye dilim pek varmadı. Bu yüzden bu yazının başlığına “bir okuyamama hikayesi” ibaresini eklemeyi gerek gördüm.

…………………………………………………………………………………………………………James Joyce

Kimine göre deli kimine göre dahi olan James Joyce 1882 yılında Dublin’de dünyaya gelmiş ve çeşitli okullarda eğitim görmüştür. Her ne kadar dindar bir insan olmasa da Cizvit okullarında gördüğü eğitim, eserlerini ve hayatını büyük ölçüde etkilemiştir. Dublin, Paris, Trieste gibi çeşitli şehirlerde yaşamış, iki dünya savaşına da şahit olmuş ve 1941 yılında Zürih’te vefat etmiştir. Bazı eserleriyse şöyledir; Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi, Ulysses, Finneganın Vahı…

Ulysses, Dublinliler kitabında bir öykü olarak yer alacakken Joyce bu fikrinden vazgeçmiş ve sekiz yüz sayfa civarında bir roman yazmıştır. 1914’te yazımına başlanan roman ancak sekiz sene sonra 1922’de tamamlanmıştır.

Ulysses kitabı Türkçeye uzun yıllar çevrilmemiş, hatta kitabın 18 bölümünden bazı bölümlerini çeviren Murat Belge de daha sonra bu kitabı “çevrilemez” olarak nitelendirmiştir. YKY bir dönem, Türkçeye çevrilmeyen klasikleri çevirme gibi bir misyon üstlenmiş, Ulysses’e bir çevirmen seçmek için yarışma düzenlemiş ve yarışmayı Nevzat Erkmen kazanmıştır. Üç yıl süren çeviri 1996 yılında yayımlanmıştır. Armağan Ekinci’nin beş yıl süren başka bir çevirisi ise 2012’de yayımlanmıştır. (Norgunk Yayıncılık)

……………………………………………………………………………………………Nevzat Erkmen

Ben kitabı Nevzat Erkmen çevirisinden okudum ya da kendinin de desteklediği ifadeyi kullanacak olursak ‘Ulysses’i Türkçeleştirdiği’ eseri okudum. Burada, kitabı okurken zorlanmamı biraz daha haklı çıkarmak çabasıyla Nevzat Erkmen üzerinde durmak istiyorum. Nevzat Erkmen daha yurt dışına çıkmadan İngilizce öğrenmiş ve çevirmen olarak da görev almış. Amerika’da pedagoji alanında mastır ve doktora yapmış. İrlandalı bir kadınla tanışmış ve evlenmiş. Ulysses’le tanışması da karısı vesilesiyle olmuş, kitabı okumuşlar ve benim gibi onlar da anlamamışlar.

Nevzat Erkmen çevirinin ardından başta üç-dört cilt civarı planladığı Ulysses Sözlüğü’nü, yayınevi pazarlama hususunda uygun bulmadığı için, kısaltmak zorunda kalarak yazmıştır. Ayrıca bu sözlük Türkçe’de tek olma özelliğini de hala sürdürmektedir.

Biraz daha Ulysses kitabına odaklanacak olursak… Kitap dediğimiz gibi on sekiz bölümden oluşmakta; Leopold Bloom, Stephen Dedalus ve Molly Bloom üçlüsünü merkeze alarak Dublin’deki bir günü anlatmaktadır. Kitaptaki olayların geçtiği bu gün 16 Haziran 1904’tür aynı zamanda bu tarih yazarımızın karısı Nora Barnacle ile tanıştığı tarihtir ki buna benzer kendi hayatına birçok atıfta da bulunur. Ulysses’i özel kılan ise anlattıklarından ziyade nasıl anlattığıdır. 20. yüzyılın en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilen Ulysses’in hemen hemen her bölümünde ayrı bir anlatım kullanılır. Örnek verecek olursak;

  • Çalıştığı gazetenin reklam işleriyle uğraşan Leopald Bloom’un iş yerine yakından baktığımız yedinci bölüm, tıpkı bir gazete yazısı gibi manşetler atılarak parçalara ayrılmıştır. Kendi içlerinde bütünlüğü olan parçaların çoğusu da ince çizgilerle diğer parçalara bağlanmıştır.
  • On ikinci bölümde şehrin biraz daha varoş kesimlerine bizi götüren yazar yine anlatımını değiştirmiş; ağzını bozup kaba saba konuşturmuş, birçok dilbilgisi ve sözcük düzeyinde hatalara yer vermiştir. Örneğin: “Ula, Joe, diyiverdim. Burde ne poh yiyon?”
  • On dördüncü bölümde anlatım bir vaaz edasıyla başlamış ve öyle devam etmiştir. Yer yer ilahiler ve Latince ayetler aralara serpilmiş ancak neyi anlatırsa anlatsın vaaz üslubunu bırakmamıştır. Örneğin: “Kendilerine akıl ihsan olunmuş faniler içün en menfaatbahş farz edilen mevzuların kaffesine müteallik ol allameler bu doktirinler arasında insan zihninde en muteber mevkii işgal etmesi iktiza etmesi hasebiyle biteviye serdederler ve ittifakı umumiyeyle beyanlar eylerler kim diğer şerait müsavi oldukta bir milletin ikbali eksikliği azim bir şer bereket kim…”
  • On beşinci bölümde anlatım sahnelenen bir komedyaya dönüşmüştür. Dramada olduğu gibi diyalog şeklinde yazılmış ve gerekli açıklamalar not düşülmüştür. Bu bölüm bir genelevde geçer, karakterlerimiz sarhoştur ve hayalle gerçek iç içedir; neyin gerçek olduğu neyin hayal olduğunu kestirmek güçtür. (Ayık kafayı sarhoş eden bir bölüm.)
  • On yedinci bölümde artık gecenin geç saatlerindeyizdir, badireler atlatılmış ve yorgunluk çökmüştür. Bu bölümde anlatım soru-cevap şekline döner; soru sorulur cevap verilir. Örneğin: “Düştü mü? Bedeninin İngiliz ağırlık ölçüsü sistemine göre, 19 Frederick Street North adresindeki eczacı kimyager Francis Froedman’ın eczanesinde insanın kendisini belli sürelerde tartması için bulundurduğu taksimatlı tartı aygıtınca, Urûç Yortusu’nun son gününde, demek ki miladi takvimin bin dokuz yüz dördüncü kebise (Musevi takviminin beş bin altı yüz altmış dördüncü ve Hicri takvimin bin üç yüz yirmi ikinci) yılının on iki Mayısında, (altın sayısı 5, gü-neş-ay yılları gün farkı 13, güneş çevrimi 9, Dominikal harfler CB, 15 yıllık Roma dönemindeki 2. yıl, Jülyen dönemi 6617, MCMIV) doğrulandığı üzere yüz elli dört librelik bilinen ağırlığı ile.”
  • On sekizinci bölüm Molly’e ilk ve son kez yakından baktığımız bölümdür. Bölümün başında Molly’nin bilinç akışı(bu kavram üzerinde duracağız)  “Evet” sözcüğüyle başlamış, son sözcük olan “Evet”e kadar tek bir noktalama işareti konmaksızın devam etmiş ve bölümün sonuna sadece bir nokta işareti konarak bölüm bitirilmiştir.

(Yukarıdaki bütün örnekler Nevzat Erkmen çevirisi dikkate alınarak verilmiştir.)

Yukarıda verdiğimiz örnekler dışında da birçok bölüm kendi anlatım ruhuna sahiptir.

Bir diğer dikkatimizi çeken anlatım şekliyse bilinç akışı modeli. Bilinç akışında karakterin tamamen zihninde oluruz ve bize örgütlenmiş düşünceler ve imgeler verilmez; düşünce ve imgeler yığını verilir ve doğal bir biçimde akar. Örneğin; “Sırf biradan ne tutar acaba bir ayda? Diyelim ki on fıçı. Payına yüzde on düşse. Daha fazla ya da. On beş. Saint Joseph Maarif Okulu’nu geçti. Yumurcakların yaygarası. Pencereler açık. Taze hava zihni açar. Ya da bir tekerleme. Abecece deefe geyumşakge haiıjeke lemeneoö pereseşetee. Oğlan mı bunlar? Evet. Iniştürk. Inişark. tnişboffin. Ceografi okuyarlar. Benimki. Bloom dağları.”

Çoğunlukla da bu bilinç akışı anlatımı sayesinde, karakterlerimiz bizim için tanıdık olur, ete kemiğe bürünür çünkü bize çıplaktırlar, en mahrem düşüncelerini ve eğilimlerini biliriz; özellikle de Leopold Bloom, Stephen Dedalus ve Molly Bloom üçlüsünü. Artık karakterlerin isimleri verilmeden de bunların kim olduğunu bilebiliriz.(Bunu kitabın bazı yerlerinde kopunca keşfetmiştim; kitaptan koptuktan sonra tekrar zihnim kitaba odaklanınca, kendimi anlatının ortasında buluyordum ve sonra anlatış biçiminden kim olduğunu tahmin edebiliyordum.) Mr. Bloom’u hesapçı yapısından(özellikle para hesabı çokça yapar), Dedalus’un düşünce adamı olmasından(araya çokça Latince cümle serper), Buck Mulligan’ın her şeyi tiye almasından(özellikle kutsal değerleri), Molly’i açık gözlülüğü, kendini beğenmişliği ve baskın karakterinden tanıyabiliriz.

Burada Molly Bloom üzerinde biraz durmak istiyorum. Molly, bana göre, şimdiye kadar okuduğum kitaplar arasındaki en korkutucu kadın karakter. On sekizinci bölümde zihnine misafir olduğumuz Molly, insanı, düşündükleriyle dehşete düşürüyor. İşin korkutucu tarafı ise böyle bir karakterin gerçek hayata uzak olmaması. Kitabı okuyanların veya okuyacakların beni anlayacağını düşünüyorum.

Aykırı bir yazar olan James Joyce, yukarıdaki değindiğimiz ve örneklerini verdiğimiz anlatım biçimleri dışında da çokça yeni anlatım biçimleri kullanmış; dil bilgisi kurallarını hiçe saymış, sözcük ve tümce düzeyinde bozukluklara yer vermiş… adeta dili, anlatımının oyuncağı haline getirmiştir. Kendi kitabı hakkında: “Kitabın içine o kadar sayıda bulmaca ve gizem koydum ki yüzyıllar boyunca edebiyat profesörleri ne demek istediğimi tartışacak. Ve, işte bu, ölümsüz olmanın yegâne yoludur.” demiş ve görünen o ki üzerinden yüz yıl geçmiş olmasına rağmen bu söz geçerliğini korumaktadır.

Kitabın çıkışıyla beraber ünlü kimi yazarlar ve eleştirmenler tarafından deli saçması, müstehcen(Hatta bir süre müstehcenliğinden dolayı Amerika’da yasaklanmıştır.) ve iğrenç olarak kimileri için ise yazılmış en harika kitap ve çağın en önemli ifadesi olarak nitelendirilmiştir. Ulysses, birçok edebi akımı(ör.Yeni Roman) ve edebiyatı etkilemiştir. Bizim edebiyatımızda da bu etkinin izlerinin bariz şekilde görüldüğü romanlar mevcuttur; Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Aydaki Kadın’ı bu eserlere örnektir.

Ulysses bence okuması gerçekten zor bir kitap ve tam olarak anlayabilmek için bu kitaba nasıl hazırlanılır bilemiyorum… Yine de okuma becerinize meydan okuyacak bir kitap arıyorsanız, sanırım bu eser ihtiyacınızı karşılayacaktır. Bilgilerinizi, tecrübelerinizi ve görüşlerinizi bizimle paylaşmaktan çekinmeyin… iyi günler…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.