Dil

TÜRK KÜLTÜRÜNÜN PANORAMASI, EN KIYMETLİ ABİDELERİ: ORHUN YAZITLARI…

Türk adıyla kurulan ilk Türk devleti Göktürklerden kalan yazıtlar Moğolistan sınırları içerisinde yer alır. Bölgede çok sayıda balbal, koç ve kaplumbağa heykelleriyle birlikte altı tane anıt vardır. Ancak bunlardan üç tanesi Türk kültürü, tarihi ve dili açısından çok kıymetlidir.

6. yüzyılın ortalarında (552) Çinlilerin T’u-men adını verdikleri Bumın Kağan, Avarlar’a başkaldırarak 1.Göktürk Devleti’ni kurmuştur. Birçok Türk boyu ve sınır komşularıyla mücadele etmiş ve sosyal ilişkiler kurmuşlardır. Hatta Çin kaynaklarında Bumın Kağan ve İstemi Kağan’ın cenaze törenlerine Bizanslıların da katıldığı geçmektedir. Toprakları Mançurya’dan İran’a kadar uzanan 1. Göktürk Devleti yıkılınca Çin esaretine giren atalarımız bu duruma dur deyip Kutluk Kağan önderliğinde tekrardan bir bayrak altına toplanıp 2.Göktürk Devleti’ni kurmuşlardır. Ülkeyi toparlayıp Türkleri ikinci kez bir bayrak altında birleştiren Kutluk Kağan, ‘’derleyen, toplayan’’ anlamındaki “İlteriş” unvanıyla tahta çıkmıştır. Ölümünden sonra da oğulları Bilge Kağan ve Kül Tiğin ülkenin başına geçmiştir.

Türkçenin hazinesi olan anıtlar da Bilge Kağan döneminde dikilmiştir. Dönemin veziri Tonyukuk 720-725 yılları arasında kendi adına iki taştan oluşan Tonyukuk Anıtlarını diktirmiştir.732’de Kül Tigin ölünce Bilge Kağan kardeşi adına Kül Tigin Anıtı’nı, kendi ölümünden sonra da oğlu Tenri Kağan babası adına 735’de Bilge Kağan Anıtı’nı diktirmiştir. Bilge Kağan’ın ağzından aktarılan bu iki anıt Moğolistan’da Orhun Nehri yakınlarında bulunur. Yazıtlar Yolluk Tigin tarafından genel anlamda bir yüzü Çince üç yüzü Türkçe, yukarıdan aşağıya doğru yazılmış ve sağdan sola doğru istif edilmiştir. Anıtlarda en çok geçen kelime Tengri’dir. Türk kültürünün aynası olan yazıtlar ulusa hitabe niteliğinde yazılı belgelerdir.

Anıtları ilk 1889’da Rus tarihçisi Yadrintsev keşfettikten sonra birçok heyet tarafından incelenmiş ancak 1894’de Danimarkalı Wilhelm Thomsen tarafından çözümlenebilmiştir.

Anıtların o dönemki Türkçenin söz varlığını ortaya koymasına rağmen gelişmemiş sadece konuşma dili düzeyinde olduğunu savunmak gibi beyhude çaba içerisinde olan birçok dilbilimcinin de olduğunu söyleyebiliriz. Lakin ürünleri milattan öncesine dayanan bir dile gelişmemiş demek hangi akla mantığa sığar bilemiyoruz…. Çünkü bir dilin zenginliği; konuşan sayısıyla değil edebi, sanat ve bilim dili olup somut-soyut kavramları karşılayan söz varlığına sahipliğiyle ölçülebilir. Yazılı metinlerdeki söz varlığı, ileri ögeler, soyut kavramları karşılayan kelimelerin varlığı bize dilin işlenmişliğini gösterir ve işlenmiş bir dil kabul görür ki zengin bir dildir. Yazıtları incelediğimizde de sınırlı bir alana yazılmış olmasına rağmen Türkçenin zenginliği karşımıza çıkar.

Göçebe bir topluluk olarak nitelendirilmemize rağmen o dönemden günümüze ulaşan ürünlere bakınca aslında nasıl zengin bir kültüre sahip olduğumuzu görebiliriz. Çünkü ölen birinin mezar taşına hayatını yazmak elbette ki onu okuyan kitlenin olduğunu gösterir. Örneğin yazıtlarda Bilge Kağan boy beylerine ve halka seslenir. Okuma bilmeyen bir topluma seslenmek pek de mümkün değildir, diyebiliriz bence.

Dilbilimciler tarafından en çok tartışılan konulardan biri de ‘’zengin dil/ fakir dil’’ sınıflandırmasıdır. Soyut kavramlardaki zenginlik, eş anlamlılık, çok anlamlılık, ileri öğeler ve söz sanatları açısından diller, hep nitelendirilip kategorize edilmiştir.

Bu anlamda Türkçenin tarihsel gelişimine yönelik yapılan çalışmalar bizi “Türkçenin birçok lehçe ve dil doğuran anadil” olduğu kanısına götürmektedir. Doerfer de Orhun yazıtlarının dilini, en eski Oğuzca’nın ürünleri olarak görmekte ve bu dili kuşkusuz bütün Türk dillerinin atası saymaktadır.

Doerfer tasnifi.

Yapılan araştırmaların sonucu da bu görüşü destekler niteliktedir. Kazakistan’da yapılan kazılarda 1969’da Issık Gölü yakınlarında bulunan Esik Kurgan’ından çıkarılan cesetin, yapılan radyokarbon çözümlemeleri sonucunda MÖ5-4. yüzyıllara ait olabileceği saptanmıştır. Ayrıca mezar içerisinde bulunan gümüş çanak üzerinde Göktürk harfleriyle yazılmış 26 harflik bir yazı vardır. Üzerinde Göktürkçe yazı bulunan çanak bizi Yenisey ve Orhun yazıtlarının yazıldığı dönemin çok öncesine götürür.

Türkçenin tarihi geçmişini yansıtan bir diğer gelişme ise Sümerler’in 5500 yıl öncesine ait metinlerinde Türkçeyle ses ve anlam yönünden benzer 168 kelimenin olmasıdır. Örneğin Sümercede ‘’ben’’ anlamındaki ‘’mae,men’’ Eski Türkçede de karşımıza ‘’men’’ şeklinde çıkar. Ya da ‘’konuşmak’’ Sümercede ‘’di-‘’ Eski Türkçede ‘’ti-‘’ şeklindedir.

Osman Nedim Tuna, Sümerlerle Türkler arasında tarihsel etkileşim olduğunu ve en eski belgelere sahip dilin Türkçe olduğunu söylemiştir. Buna göre Türkçenin varlığı 8500 yıldan daha eskiye dayanıyor diyebiliriz.

Yapılan çalışmalar sonucunda elde edilen verilere dayanarak şunu söyleyebiliriz ki Türkçe 7-8. yüzyıla ait olan yazıtlardan çok daha öncesinde de gelişmiş bir yazı dili niteliğindedir. Çünkü bir dilin iletişim boyutunun dışında deyim, atasözü, soyut kavramlarının çokluğu ve en önemlisi sayı sisteminin olması için en az 2-3 bin yıl öncesinde varlığının olması gerekir.

Ayrıca bir yazı sisteminin ortaya çıkması elbette ki bir uygarlığın göstergesidir.

Yazıtlarda aynı kökten türeyen birçok kelimenin kullanıldığını görürüz. Mesela ‘’ö-‘‘den türeyen ‘’öğleş-‘’  Tonyukuk 1D3’te geçer. Uygur metinlerinde geçen ‘’öt’’ sözcüğünün bugün anlam ve ses bakımından benzerlikleri olan ‘’öğüt’’ şeklinde karşımıza çıkması da dikkat çekicidir. Divan-ü Lügat-it Türk’te de ‘’öğüt ve övüt’’ biçimimde yer almıştır.

 Şunu söyleyebiliriz ki; taşa yazılmasının bir sonucu olarak yazıtlardaki söz varlığı o dönemki Türkçenin sadece küçük bir kısmını yansıtmaktadır. Az kelimelerle çok şey anlatılmaya çalışılmış ve öyle de olmuştur. Çünkü kökünün geçmemesine rağmen ondan türeyen birçok kelimenin yazıtlarda kullanılması savımızı destekler niteliktedir. Örneğin “hata etmek, yanılmak, ikamet etmek’’ anlamındaki ‘’yazın-‘’ Bilge Kağan D16/17’de geçmesine rağmen kökü olan ‘’yaz-‘’ anıtlarda geçmez. Kabul görür ki ‘’yaz’’ kökü olmadan ‘’yazın-‘’ın  ya da  anıtta ‘’yazukla’’ geçerken bunun ‘’yazuk’’ kökü olmadan türemesi pek de mümkün değildir. Hatta Divan-ü Lügat-it Türk’te “günah, suç” anlamında geçen ‘’yazuk’’ günümüz Türkiye Türkçesinde ‘’yazık, günah değil mi?” şeklinde karşımıza çıkar.

Dilin işlenmişliğine verebileceğimiz en iyi örneklerden biri de ‘’bir ülkedeki toplumsal karışıklığı’’ dile getiren ‘’bulgak, bulganç, tarkanç ve kamşag’’ gibi dört ayrı kelimenin yazıtlarda geçmesidir.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz ki yazı dili gelişmiş bir kültürün göstergesidir ve yazıtların dili de işlenmiş ve bilgece yazılmıştır. Atasözleri, deyimler, söz sanatları ve somut-soyut kavramlar çokça kullanılmış, uyaklı ve ölçülü ifadelere sıkça yer verilmiştir. Sınırlı olmasına rağmen yazıtlardaki söz varlığı Uygur metinleriyle birlikte ele alınınca Türkçenin o dönemde gelişmiş bir yazın dili niteliği taşıyan anadil olduğu sonucuna ulaşabiliriz.

Yazar: Zeynep BİNİCİ
Yazar: Zeynep BİNİCİ

Bir yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.